İran sokakları devrimci ayaklanmanın uğultusuyla sarsılıyor

-
Aa
+
a
a
a

Milat Bülent Kılıç, Fizan Ekspresi’nde İran’da devam eden devrimci eylemler özelinde yaşanan son gelişmeleri, Molla Rejimi’nin devrimci halk gücünü bastırmak için başvurduğu şiddet eylemlerini ve devrimci güçlerin baskı ve katliamlar karşısında geliştirdiği yeni stratejileri aktarıyor.

İran’daki ayaklanmalar yedinci haftaya girdi. Eylemleri bitirsinler diye Rejim tarafından ikide bir tehdit edilen halk, bir buçuk aydır çatışmaya devam ediyor. Başından beri, olup bitenleri izlemeye çalışıyor, gözlemlerimi yazdığım yazılar ve radyo programlarıyla aktarmaya çalışıyorum. Ayaklanmalara dair tek tek neler olduğunu haber vermenin biraz anlamsızlaştığını söylemek mümkün. Tek bir saate, tek bir güne öyle çok gelişme, öyle çok acı, öyle çok zafer sığmaya başladı ki konuya biraz uzak bir açıyla bakmak da zorunlu hâle geldi. Fakat yine de bazı güncel olaylardan söz etmekte yarar görüyorum.

Olayların 40. gününde, şu ana kadarki bütün eylemleri geride bırakacak ölçüde büyük kalabalıklar ülkenin her köşesinde, sabahın erken saatlerinden gece yarısına kadar son derece cesur bir biçimde sokaklardaydı. Başından beri, eylemlerin şiddetindeki her duraksama, her hayal kırıklığı belirtisi yeni bir kalkışmayla, görkemli bir dalgayla silinmişti ve bir kez daha öyle oldu. Hepimiz bir kez daha anladık ki devrimci hareket durulmuyor, yenilmiyor, boyun eğmiyor.

40. gün Mehabad’da (Mahabad) sabah saatlerinden başlayarak on binlerce insan, otomobilleriyle veya yürüyerek, kesilmiş yolları ve barikatları aşıp derelere taşlardan patikalar kurarak, dağlardan, bayırlardan inerek Mehsa Emini’nin mezarının bulunduğu mezarlığa ulaştı. Mehsa’nın mezarının başında düzenlenen törenden sonra kentte gün boyu çatışmalar devam etti. Bu çok önemli bir olaydı çünkü ölümler halkı yıldırmamış, evlerine kapanmalarına neden olamamıştı.

Rejim’in haftalar önce Sistan-Belucistan eyaletinde gerçekleştirdiği büyük katliamdan sonra, Sünni Belucların dini lideri Movlevi Abdul-Hemid’in yaptığı açıklama da çok önemliydi. Abdul-Hemid, daha bir iki yıl öncesine kadar apaçık bir biçimde Molla Rejimi’nin destekçilerinden biri olmasına, kendini onlardan biri saymasına ve son dönemde Rejim tarafından çizgiyi aşmaması yönünde üç ayrı uyarı almasına karşın Hamaney’i ve temsil ettiği devleti “katil” ilan etti. Böylece kendini bariz şekilde direniş safında konumlandırmış oldu. İşin ilginci Rejim, Abdul-Hemid’e yönelik bir cezalandırma girişiminde bulunmaya cesaret edemedi.

Eylemlerin 42. gününde neredeyse tamamı erkeklerden oluşan on binlerce kişilik bir Beluc kitlesi Zahedan sokaklarındaydı. Abdul-Hemid, Cuma hutbesinde bir kez daha Rejim’i suçladı ve Rejim’le yollarının artık bütünüyle ayrılmış olduğunu kanıtlayan sözler sarf etti.

Sistan-Belucistan İran’ın en yoksul eyaletlerinden biri. Beluclar Sünni ve çok bağnazlar. Buna karşın, altı haftadır sürmekte olan bu ayaklanmalar zincirinin çok önemli bir halkasını oluşturuyorlar; yani bir kadının katliyle başlayan ve başlarda ciddi bir kadın hareketi gibi gözüken bu eylemlilik sürecinde, komünistlerden Şah yanlılarına, Kürtlerden Azerbaycan Türklerine uzanan büyük yelpazenin bir parçası olmaktan onur duyar konumdalar. Öyle ki, geçtiğimiz Cuma namazı sonrasında cemaatten bazı kişilerin ellerinde “Kadın, yaşam, özgürlük!” sloganını içeren dövizler görmek mümkün oldu.

Molla Rejimi ve orantısız şiddet

Olayların ikinci haftasından beri Rejim’in silahlı güçleri liselere, hatta ortaokullara sıçrayan direniş hareketini bastırmaya yönelik vahşice şiddet uygulamaya devam ediyor. İlk olarak Azerbaycan sınırındaki Erdebil’de bir kız lisesinde eylemci ergenleri ve gençleri hunharca dövmüş, olaydan sonra hastaneye kaldırılan çocuklardan biri ölmüştü. Sonraki günlerde de (iddiaya göre) ölen gencin erkek kardeşi Rejim’in silahlı güçleri tarafından öldürülmüş ve “İntihar etti” denmişti. Azerbaycan’daki bu olaylar, Sistan-Belucistan ve Kürdistan’dan sonra Azerbaycan’ın da Rejim’e karşı amansız bir ayaklanmaya girişmesine neden olmuştu.

Evin Hapishanesi’ndeki provokasyondan sonra, olayların 40. gününde yani büyük kalabalıkların Mehsa Emini’nin mezarının başında toplandığı ve tüm ülkede büyük çatışmaların sürdüğü saatlerde Rejim, yeni bir provokasyon gerçekleştirdi: Şiraz kentinde, Şahçerağ diye adlandırılan ve içinde Irak’ta ölen İranlı askerlerin anısına düzenlenmiş bir müzenin ve 12 İmam’dan birinin türbesinin de bulunduğu bir komplekse saldırı düzenlendi. Bir adam, elindeki uzun namlulu tüfekle ziyaretçi kalabalığına ateş açtı ve 15 kişiyi katletti. Devlet kaynakları, ilk açıklamalarında saldırganların IŞİD’e bağlı üç kişi olduğunu, ikisinin kaçtığını, birinin öldürüldüğünü söyledi. Devrimci harekete bağlı medyadaysa olayın tam bir tezgâh olduğuna yönelik çok sayıda haber ve program yayınlandı. Kimse bu terör eyleminin IŞİD’in işi olduğuna inanmamıştı. Kısa zamanda ortaya çıkan kanıtlar da bu inancı haklı çıkaracak nitelikteydi. Şiiler için son derece önemli bir mekânda gerçekleştirilen bu katliamda, silahı ateşleyen kişi ile devlet erkânının yan yana çekilmiş bir fotoğrafı yayınlandı. Katil, cumhurbaşkanının solundaki mollanın hemen yanı başında duruyordu. Rejim’e yakın bir televizyon kanalı bu kez yeni bir haber yayınladı ve katliamı devletin içine sızmayı başarmış yabancı bir istihbarat örgütünün gerçekleştirdiğini ve suçu Rejim’e yıkmaya çalıştığını öne sürdü. Elbette Rejim karşıtları bu hikâyeye de inanmadı.

Devrimciler, bu katliamın İmparator Kuroş’un yani Sirus’un anısına her yıl aynı tarihte Şiraz’da toplanan kalabalıkların bu yıl da toplanmasıyla oluşacak büyük ayaklanmaları bastıramamaktan endişe eden Rejim’in gözdağı olduğuna işaret etti. Rejim, Kuroş’un kente epey uzak bir mesafede yer alan kabrine giden yolları kapattı ve buralarda her türden toplanmayı birkaç günlüğüne yasakladı. Bizdeki Gordion ya da Hattuşaş kalıntıları gibi uzak bir bölgede yer alan bu anıtın çevresinde toplanmayı güvenli bulmayan kalabalıklar, burada bir eylem gerçekleştirme çabasına da giremedi.

Fakat Rejim aynı saatlerde Şiraz kent merkezinde katliamda öldürülenlerin anısına büyük bir tören gerçekleştirdi. Bu tören için ülkenin farklı yerlerinden güvenlik birliklerini kente yığdı. Törendeki konuşmalarda olayın faili olarak bir kez daha dış güçler ve onların piyonları gösterildi. Emniyet müdürü, burada yaptığı konuşmada, “Bugün şiddet eylemlerinin son günü, sokaklardaki herkese evlerine dönmeleri uyarısında bulunuyoruz, dönmezlerse daha sert önlemler alacağız” tehdidinde bulundu. Ertesi günkü eylemler öyle kalabalıktı ki bu tehdidin de pek işe yaramadığı anlaşılmış oldu.

Devrimci eylemin bir parçası olarak grev

İlk günden beri dükkânların kepenk kapatmasının ve destek grevlerinin başlamasının önemine dikkat çekiliyor. Başlarda kepenk kapatma eylemleri özellikle Kürdistan’da görülüyordu. Grevler ise ülkenin güneyinde yer alan petrol ve petro-kimya tesislerinde başlamıştı. Fakat altıncı haftanın sonlarına doğru ülkenin başka eyalet ve kentlerinde de grevler başladı. Boykot ve grevler çığ gibi büyümese de istikrarlı bir yaygınlaşma sürecine girdi. Olayların 40. gününde Tahran’daki birçok önemli çarşıda ve pasajda kepenk kapatma eylemleri başladı. Hatta esnaflar kepenk kapatmanın ötesine geçip gösteriler düzenledi, sloganlar attı. Tahran’daki Kapalıçarşı ise direniş saflarına katılmış değil ve belki hiçbir zaman katılmayacak.

Üzerinde durulabilecek çok konu var ama bunların içinde en dikkat çekici olan halkın, özellikle de gençlerin ve genç kadınların, sarıkları ve cübbeleriyle dolaşan mollalara yönelik tutumu. Gençler, mollaların başlarındaki sarıklara vurup yere düşürüyor ve sonra o sarığı tekmeliyor. Bu bir kampanyaya dönüşmüş durumda ve her gün yeni bir eylem videosu yayınlanıyor. Yapılan şeyin niteliğini kavramak için, askeri diktatörlükle yönetilen bir ülkede bir albayın şapkasını yere düşürüp tekmeleyen insanları canlandırmak yeterli olacaktır. Çok açık ki bu, Rejim’in kırmızı çizgisini ilga etmeye yönelik bir eylem ve tek başına bile sürecin bir devrimci ayaklanma hâli aldığının bir göstergesi.

Mollaların ve Rejim yanlısı muktedirlerin ülke dışına para ve altın çıkardığı konusu haftalardır gündemde. Birçok kişinin ülke içinde ikamet adresini değiştirdiği, kimilerinin ailesini ülke dışına gönderdiği, kimilerininse yüksek korumalı bazı otellere yerleştiği konuşuluyor. Aynı şekilde, iki üç aylık bir dönem için, kamufle olmanın kolay olduğu ve yakın ülkelere yönelik uçuş biletlerinin tükendiği de haftalardır dile getiriliyor. Rejimin bazı önemli temsilcilerinin Birleşik Krallık’tan vize ve pasaport istediği iddiası ise daha ilginç ve önemli bir iddia.

Eylemler lokal değil global

Üzerinde durulması gereken bir diğer önemli konu da, eylemlerin beşinci haftasında dünyanın birçok önemli kentinde eşzamanlı düzenlenen protesto eylemleriydi. O gün Londra, Bologna gibi kentlerde gösteriler sürmekteyken Berlin’de yaklaşık 100 bin kişilik bir topluluk Molla Rejimi aleyhine sloganlar atıyor, devrimi selamlıyordu. Berlin’de toplanan bu kalabalık, belki de ülke tarihinde bir başka ülkenin insanlarının düzenlediği en geniş katılımlı eylem oldu.

Fakat ülke dışındaki bu eylemlerle birlikte, İran’daki eylemlerde ilk günden beri olmayan bir şey yurt dışında gerçekleşmiş oldu. Partiler, örgütler, etnik gruplar Avrupa meydanlarını kendi bayraklarıyla doldurdu. Bu gruplar içinde en çok öne çıkanlar Şah yanlıları, Halkın Mücahitleri taraftarları ve Kürtler oldu.

Ben bu durumu, özellikle ülke sokaklarında tam bir kenetlenme içinde, tek bir beden hâlinde hareket eden devrimci güçler açısından son derece sakıncalı buluyorum. Bu endişeyi büyütmeyi gerektirecek bir durum henüz söz konusu değil belki ama yurt dışında söz konusu olan bu rekabetin ülke içine yansımasından, ülke içindeki grupları bölmesinden ya da onların ahengini bozmasından endişe ediyorum.

“Savaşıyoruz, ölüyoruz, İran’ı geri alıyoruz”

Bir de, eylemlerde kullanılan sloganlara dikkat çekmekte yarar görüyorum: “Kadın, yaşam, özgürlük!” sloganı ilk günden beri en çok kullanılan ve sonuna kadar da kullanılacak gibi duran bir slogan. Fakat eylemlerin birinci ayı dolmaktayken İran sokaklarında bu slogana bir ek yapıldı ve öyle kullanılır oldu. “Zen, zendegi, azadi” sloganı “Merd, mihen, abbadi” ekini alarak “Kadın, yaşam, özgürlük; Erkek, vatan, refah” oldu. Çok sık kullanılan bir başka slogan da “Micengim, mimirim, İran ra pesmigirim” yani, “Savaşıyoruz, ölüyoruz, İran’ı geri alıyoruz” sloganı. Bu ise daha çok çatışma ve gerilim anlarında kullanılıyor.

Emniyet müdürünün halka yönelik tehdidinden sonra güvenlik güçlerinin gerçek mermi kullanmak konusunda elinin rahatladığı anlaşılıyor. Rejim, halkı ama özellikle de çocukları öldürmeye devam ediyor ve son günlerde Rejim’in silahlı güçlerinin ücretlerine yüzde 20 zam yapıldığı ifade ediliyor. Bu gelişmelerin de etkisiyle ayaklanmacılar birkaç gündür silahlanmaktan söz etmeye başladı. Hareketin fiilî basın sözcüsü ve koordinatörü konumundaki Ali Cevanmerdi, aynı anda birçok muhalif grubun paylaştığı videolarında sosyal medya kurallarından ötürü hesapları yasaklanmasın diye, “Devrim sürecinin bu ikinci aşamasında artık savunma ya da direniş yok, saldırı da var. Bu nedenle, mahallerde 5-10 kişilik çeteler hâlinde örgütlenin ve ‘sıcak oyuncaklar’ kullanmaya başlayın” çağrısında bulundu. Zaten uzun süredir onların ifadesiyle “mutfak kokteylleri” yaygın olarak kullanılıyordu. “Sıcak oyuncaklar” da kullanılmaya başlanacak mı, onu göreceğiz.

21. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmak üzereyken, İran sokakları devrimci bir ayaklanmanın uğultusuyla sarsılmaya devam ediyor. Bir halk ayaklanmasında rastlanabilecek her türden eylem, kimi zaman acı ama cesur bir tonda yansıyor kameralara. İran’daki durumu betimlemeye yönelik bir cümle kurmaktan çekineceğimiz çok ilginç bir evredeyiz. Öyle ki, kuracağınız cümleyi bitirmenize fırsat kalmadan, yazdığınız yazıyı henüz yayımlamadan sayısız yeni olay yaşanıyor, sayısız yeni durum ortaya çıkıyor. Şimdilik, emin olabileceğimiz tek şey var: İran’da bir devrimci süreç yaşanıyor ve halk, Rejim’in karşısına her gün daha güçlü biçimde dikiliyor.